14 Mart Tıp Bayramı 2018' de neler olmalı...
14 mart 1919 da işgal altındaki İstanbul’da tıp öğrencileri ve doktorlar işgale karşı protesto eylemi yapmışlardır. 14
mart 1827 yılında ilk tıp okulunun açılış günüdür (14 mart 1827 tarihinde
Şehzadebaşı’nda Tulumbacı başı konağında
Türkiye’nin ilk tıp okulu açılmıştır).
Yani ilk 14 mart eylemi aslında tıp
mensuplarının bir yurt savunma hareketi olarak başlamıştır.
Bu tarihi önem nedeniyle Türkiye’de her 14 martta "Tıp Bayramı" kutlanmaktadır.
Diğer ülkelerde ise farklı olay ve nedenlerle farklı günlerde Tıp bayramları kutlanmaktadır.
14 mart 1976 dan beri ‘’Tıp haftası’’ olarak kutlanmaktadır. 14 mart
yalnızca bir kutlama değil, aynı zamanda ülkenin sağlık sorunlarının ve sağlık
çalışanlarının sorunlarının dile getirildiği bir haftadır.
Bugün öne çıkan sorunların başında şunlar gelmektedir:
1- Hastanelerde hastaya
yeterli muayene süresinin sağlanamaması.
2- Sağlıkta şiddet.
3- Sağlık çalışanlarına
yeterli ücretin ödenememesi.
4- İktidarların kafasına
göre yönetici ataması ve liyakat esasına
uyulmaması...
Son üç sene (2015-16-17) içinde 25’i hekim olmak üzere 430 sağlık
çalışanının intihar ettiği bir Türkiye’de yaşıyoruz!
Bu sorunları dile getirirken üzerinde yaşadığımız topraklarda Tıp tarihine
kısa bir seyahat edelim;
Antik Yunan zamanında sağlık tanrısı Asklepiostur. Asklepios adına kurulan
sağlık merkezleri Asklepionların en ünlüleri Kos adasında ve Bergamadadır. Milattan önce 600 yılına kadar uzanan
Asklepionlardan Kos adasında tıbbın babası diye bilinen Hipokrat, Bergama’da
ise Galen yetişmiştir. Bugünkü modern bir SPA da olan hemen herşey bu
Asklepionlarda vardı. Kendi kütüphaneleri ve toplu dramaların oynandığı amfitiyatroları bile vardı. Uyku odalarında
hipnoterapi benzeri uygulamalar bile yapılıyordu. Milattan sonra da 350
yıllarına kadar şifa dağıtan bu sağlık merkezleri din baskısının arttığı ve
ortaçağ karanlığında dağıtıldılar. Çünkü şifayı tanrının temsilcisi kiliseler
verirdi, Asklepionlara yer yoktu.
Bilgi örtülemez, nasıl güneş balçıkla sıvanmaz ise... Çinli, Hintli ve
Mısırlı bilgelerden gelen tıp bilgileri Hipokrata kadar ulaşmıştı. Hipokrat ve
diğerlerinin sentezleyerek geliştirdikleri bu bilgiler Avrupa ortaçağ
karanlığına girerken İbni Sina’ya doğru yol alır, İbni Sina kendini Hipokrat ve Galen gibi hekimlerin bilgilerini de okuyarak
geliştirir. Artık Bağdat kütüphanesinde tüm bilgiler El Kindi önderliğinde Grekçe, Sanskritçe,
Çince, Arapça, Farsça ve Mısır dillerine çevrilerek yayılmaya devam eder. Bu yayılma bir taraftan Çin ve Hint bilgileriyle etkileşirken
bir yandan Endülüsler aracılığıyla Afrika üzerinden karanlık ortaçağdan
kurtulmaya çalışan Avrupaya İspanya üzerinden akmaya başlar.
İlginçtir ki ortaçağ bitiminde İtalya ve Fransada 1600 yıllarda kurulan ilk üniversitelerde İbni Sina yani
batılıların deyişiyle Avicenna kürsüleri kurulur ve
400 yıl boyunca devam eder. Görüyoruz ki
“BİLGİ’’, her devirde kendini geliştirecek
güzel insanları buluyor ve gelişiyor, baskıcı, bağnaz yönetimler ise
kendilerini eriterek yok oluyorlar.
1919 dan bugüne ne oldu derseniz ilginç bir tablo ile karşılaşırız; önce
İstanbul, Ankara ve İzmir de harika tıp fakülteleri kuruldu ve pek çok ünlü
hekim yetişti. Hitler’in zulmünden kaçan Frank, Schwartz gibi hocaların
Türkiye’ye yerleşmeleri de kaliteyi artırmıştır. 1951 mezunu olan hocalarımdan
biliyorum ki, o dönemlerde Üniversitelere asistan alınamayanlar Amerika, Fransa
ve Almanya’ya gidip ihtisas yapıyorlarmış, yani birinci öncelik Türkiye’deki
fakültelermiş. Üstelik gittikleri bu ülkelerde kolaylıkla kabul edilecek
yeterlilikte imişler.
12 eylül sonrası özgürlükler kısıtlanarak
öğretim üyelerini zapt-ı rapt altına alma girişimleri, YÖK ve diğer
siyasi uygulamalarla mantar gibi prefabrik tıp fakülteleri göçmen gurupları
halinde eğitimlerini başka illerdeki fakülte, bazı devlet hastane acilleri, SSK
hastaneleri gibi yerlerde yapıp aceleyle mezun verme gayretleri
göstermişlerdir. Buradan yetişen “doktor” arkadaşlarımız “hekim” olabilmek için
mezuniyet sonrası epey çaba harcamak zorunda kalmıştır. Bugünkü yönetimler ise
hekimleri “doktor işçi” olarak görmekte ve hastaneleri “müteahhit-taşeron”
mantığıyla dış sermayeye pazarlanacak ürün olarak görmekteler. Tabi bu ürün
paketinin içinde diş hekimi, eczacı, hemşire ve tüm sağlık elemanları “işçi”
statüsünde mevcuttur.
Yabancı kaynaklı sermayeye satılmaya çalışılan bu hastaneler bizim
topraklarımızdaki binalar, çalışanlar bizim insanlarımız. Tüketilen ürünlerin
çoğu yabancı ürünler. Ve bu hastaneler bizim vatandaşımıza parayla hizmet verecek,
yani parayı biz ödeyeceğiz yabancılara..
Allah aklımızı korusun. Mantık dersleri Hipokrat zamanında bile veriliyordu...
Dünya Sağlık Örgütü sağlığı tanımlarken “fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan
iyi olma hali” demiştir. Bu nedenle sosyal konulara girmemiz gerekiyor. Üstelik
“vatandaşların sağlığını korumak görevi” Anayasa ile yönetimlere verilmiştir.
Adı araştırma ve eğitim hastanesi olarak devam eden bir hastanede bir Fizik
tedavi uzmanına “hekim” değil “doktor işçi” gözüyle bakıp günlük en az 60 hastayı yönetimin zoruyla
vereceksin, 100 hasta bakarsan maaşına artış yaparım diyeceksin. Sakine teyze
kapıdan girip soyunup derdini, ağrılarını gösterip muayene olacağını düşünürken
daha üzerini çıkartmadan bir sonraki hasta Hakkı kapıyı omuzlayıp “benim vaktim
geldi, hakkımı yedirmem ben bu iktidara oy vermiş adamım” dediğinde Sakine Teyze
ve Hakbilmez Hakkı düelloları arasındaki bir “hekim” olmayı hayal edebiliyor musunuz...
Bunu hayal etmeden her gün seyredip ara dayağı yiyen “doktor işçi” lerin sayısı
çok artıyor.
Evet 99 sene sonra 1919 ruhunu anarak
14 mart 2018 Tıp Bayramını kutlarken dileğim;
- Fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma halini halkına sağlayacak bir
yönetim olmalı,
- Sağlık çalışanlarının siyasete, tarikata göre değil, liyakat esasına göre
atanıp, güven içinde daha başarılı çalışmaları sağlanmalı,
- Hastaların muayene ve tedavisine gerekli zaman ayırabilecek bir sistem
oluşturulmalı,
- Tıp ve sağlık fakültelerinde okutulan bilgiler ortaya konup bütüncül bakış
açısıyla “Entegratif Tıp Bilgileri” ile tamamlanarak daha çağdaş bir müfredat
oluşturulmalı,
- Hastane işlemlerinde “karlılık” kavramı yerine “faydalı olma” kavramının
getirilmesidir.
Sağlıklı günlere doğru sevgilerimle
Hekim olmaya çalışan Dr. Erol ERGÜLER
Dr. Erol ERGÜLER